Dünya insanlarının açlıktan telef olduğu yıllarda biz aç kalmadık...
.
.
''Veysel’in deyişiyle sanki “ bizim sadık yârimiz” sanki anamız veya babamızdı. Gerçekte ise Çomaklı bizim ortak çiftliğimizdi. O “büyük dünya yangını” yıllarında bile bizlere kucak açtı, bizleri doyurdu, bizleri namerde muhtaç etmedi. Sürdük, çapaladık, suladık. Ondan ne istediysek de aldık. Meyve aldık, sebze aldık, süt aldık. İhtiyacımızdan fazlasını da satıp ( döner sermaye kanalıyla) paraya çevirdik. Dünya insanlarının açlıktan telef olduğu yıllarda biz aç kalmadık.
Çomaklı, “İlk kısım”dan sonra kurulup gelişen ( Enstitünün asıl yerine) Çakmak’a 4-5 km uzaklıktaydı. Arnavut kaldırımı, dar ve virajlı bir yolu vardı. Oraya tepeler üzerindeki yeşil çam öbekler arasından gidip gelinirdi. Gidiş gelişler çoğu kez yaya olmak üzere, bazen de okulun eski Ford kamyonuyla yapılırdı.
Enstitünün kuzeydoğusundan çıkan HALKAPINAR kavşağının oluşturduğu ÇAKAL DERE, öteki kaynak sularıyla da birleşerek KIZILHİSAR ( sonradan Yeşilhisar olmuş) düzlüğüne kadar varırdı. Ama biz çiftliğimizi Asıl Manisa topraklarındaki ŞİFA dağlarından kaynaklanan ( yazılı kaynaklarda YAĞLICA), yörede bilinen adıyla Yağcıllı çayından bir bentle bölünüp derin bir arkla akıp gelen gür ve temiz suyla sulardık.
Tavla ve Ahır
Çomaklı ‘da taştan örülmüş üç büyük bina vardı. Bunlarda birincisi idare ve yemekhane, ikincisi yatakhane ve alet edevat deposu, üçüncüsü ise tavla sorumlusunun ( Tangır’ın) lojmanı ve tavlaydı. Orada atlara bakılırdı. Çomaklıya 100–150 metre uzaklıkta, inek beslediğimiz bir de ahırımız vardı. Biz öğrenciler orada ahır sorumlusu Musa Dayı’ya ( Musa Arabacı) yardım eder, dana ve buzağıları güderdik. Musa dayı sadece ahırla ilgilenir ve ineklere bakardı. Ben Çomaklıda çoook dana güttüm.
Çomaklı ‘da taştan örülmüş üç büyük bina vardı. Bunlarda birincisi idare ve yemekhane, ikincisi yatakhane ve alet edevat deposu, üçüncüsü ise tavla sorumlusunun ( Tangır’ın) lojmanı ve tavlaydı. Orada atlara bakılırdı. Çomaklıya 100–150 metre uzaklıkta, inek beslediğimiz bir de ahırımız vardı. Biz öğrenciler orada ahır sorumlusu Musa Dayı’ya ( Musa Arabacı) yardım eder, dana ve buzağıları güderdik. Musa dayı sadece ahırla ilgilenir ve ineklere bakardı. Ben Çomaklıda çoook dana güttüm.
Çiftlik atlarla sürülür, karıklar pullukla açılırdı. Kirizma edilmiş toprak böylece iyice hasıllanırdı. Çapalamayı biz yapardık. Çapa zamanı çiftliğe 50-6- öğrenci girer, işi bitiriverirdi. Sulama da bizim işimizdi. Sulanacak bölümlere omuzlarında küreklerle yağız köy delikanlıları yürür, kimi suyolunu açar, kimi kapar, çevik hareketlerle çiftlik toprağını sulayıverirlerdi. Tüm yaptıklarımız, hani o ZİRAAT MARŞI’nda söylediklerimiz gibiydi.
Sürer, eker, biçeriz
Güvenip ötesine
Tümümüzün kazancı
Enstitü kesesine
Sürer, eker, biçeriz
Güvenip ötesine
Tümümüzün kazancı
Enstitü kesesine
Ekip, dikip, sulayıp, çapalayıp ürettiklerimizi toplar, ihtiyacımız kadarını tüketip, kalanını da okulumuza gelir olarak bırakırdık. Öğretmenlerimiz ülkenin en idealist, en inanmış, en bilgili insanları ve önderleri… Onların tüm çabaları; öğrencilerinin en iyi şekilde yetişmeleri, beslenmeleri içindi. Onlar bilim adamlarından aldıkları bilgiler ışığında öğrencileri için sağlıklı beslenme programları hazırlayarak tüm dikkatleri üzerlerine çekiyorlardı. Örneğin, sizler şimdiye değim sabah kahvaltısında, çorbanın yanında 250 gr lahana yenildiğini duydunuz mu? Duymadınız tabi. Sizler duymadınız ama bizler o dönemde böyle bilimsel ve sağlıklı sabah kahvaltıları yaptık. Bizleri bu günlere hazırlayan o mürebbiler gibi mürebbiler yok artık. Sıtkı Akkay’lar, Zeki Tunaboylu’lar, Reşat Küçükaydın’lar, Necati Aka’lar yok artık. İşte bizler böyle usta mürebbiler ve sevip koruyan ellerde yetiştik. Doktorlar sabah kahvaltısında yenen 250 gram lahananın antibiyotik kaynağı olduğunu ve vücuttaki toksinlerin atılmasında büyük yararı olduğunu şimdi söylüyorlar.
Bizlerin üretip yarattığı her şey, işte o eğitim dizgesinin bizlere kazandırdığı yüce değerlerdir. Çomaklı bizler için değerli bir dost, varıldığında boş dönülmeyen bir zenginlik kaynağıydı. Çomaklı bir kiler, bir depo ve daha doğrusu bir yürekti.
Ufacık ellerimizle dağlardan açıp hazırladığımız o çiftlik, duyduğumuza göre şimdi satılmış, Onlar ( o hazır bulanlar ve hazıra konanlar ) o çiftlikle birlikte, belki de bizlerin hep birlikte üretme, dayanışma ve paylaşma duygularımızı da satmak istediler. Ama işte onu başaramadılar. Belki okulumuz, belki etimiz ve sütümüz, belki de o eğitim sistemimiz bugün o açgözlülerin oldu ama… Anılarımız bizde kalacak ve bizler yaşadıkça da bizim olacaklar.''
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder