Powered By Blogger

Köy Enstitülülerin Anıları...

''Ayakkabı Tamircisi Kemal Camgöz Savaştepe Köy Enstitüsünün bir ayakkabı tamircisi vardı. Adı Kemal Camgöz'dü.
Gözleri cam gibi, yüreği apak, beyni pırıl pırıldı. Eğer onu görüp tanımış olsaydınız, öğrencilerle kırk yıllık dost-ahbap sanırdınız. O, bizim ayakkabı konusundaki sorunlarımızı çözer, birçoğumuza da pedagojik ve çağdaş davranışlar kazandırırdı.
Bizler, onun yanına postallarımızı tamir ettirmeye veya eski postal yüzlerinden postallarımıza sırım çıkartmaya giderdik. Futbol oynarken postallar ayağımızdan çıkmasın diye bağcıkları çok sıkar, kopartırdık. Bu yüzden de bağcıklarımız kopunca soluğu hemen Kemal Ağabeyimizin yanında alırdık. Eskici masasından hemen bir falçete kapar, masanın üstündeki pervaza yan yana iki küçük bakır çivi çakar, eski postal yüzlerinden de daire şeklindeki deriyi sıkıştırır, falçetenin keskin yüzüyle yuvarlak deride diklemesine ufak bir çentik açar, falçeteyi hiç oynatmadan yuvarlak deriyi çekerdik. Ne olurdu tahmin edebildiniz mi? Tahmin edemediyseniz eğer, durun söyleyeyim. Hazır iskarpin bağcıkları kalınlığında upuzun bir sırım uzar gelirdi elimize.
Bu beceriyi bize Kemal ağabey kazandırmıştı. Çünkü sık sık postal bağlarımız kopar koşup ona giderdik. Yalvarırdık. “Ne olur Kemal ağabey, bize bağcık kesiver.” Diye. Kemal Ağabey zaten kendi işlerine yetişemezdi. Bir de bize bağcık mı kessindi? Onun için bağcık nasıl yapılır, nasıl kesilir bize öğretmişti.
Bizler, böylece kendi ufak tefeklerimizi yaparken o da bize davranış kurallarından söz eder, kimi toplumsal alışkanlıklar kazandırırdı.
O, bizlere ayakkabı boyamasını, cila çekmesini, burun demiri ve nalça çakmasını tarif eder, gösterir, yapar ve yaptırırdı…
Oturmasını kalkmasını, insanlara sevgiyle yaklaşmasını ve büyükleri saymasını anlatırdı. Biz yanında sırım çıkarırken o bize durmadan, pantolon ceplerine el sokmanın, yerlere tükürmenin, burun karıştırmanın, yaya kaldırımlarında gruplar halinde toplanıp gelip geçenleri engelleyecek şekilde dikilmenin insanlara yapılabilecek en büyük saygısızlıklardan biri olduğunu söylerdi. Yolda yürürken cebinden tarağı çıkarıp saç taramanın bile bir tür küstahlık olduğunu öğütlerdi.
Günlerden bir gün, onun yanında, tabanı açılmış ayakkabısını çivileyen bir öğrencinin pantolonu düşmüş, öğrenci de kalkıp pantolonunu toplamış. Ama Kemal Ağabeyin gözünden kaçar mı hiç? Kemal Ağabey olayı bir güzel izlemiş. Öğrenci pantolonunu toplarken fanilasını ve gömleğini iç donunun içine sokup pantolonunu çekivermiş. Fakat Kemal Ağabey müdahale etmiş olaya. “ Yoo… Öyle olmaz. Pantolon öyle toplanmaz” demiş ve doğrusunu da söylemiş doğrusunu öğretmiş. Nedenini de şöyle açıklamış, ”Eğer pantolonunu öyle toplarsan, pantolonun yine düşünce içindeki iç çamaşırların görünür. Öyle bir durum da çok çirkin ve çok ayıp olur. Onu için fanilanı iç donunun içine, gömleğini de iç donunun üstüne çekip öyle toplamalısın ki çirkin bir görüntü ortaya çıkmasın. Hadi o zaman bir de dediğim gibi yap, bir de benim dediğim gibi topla bakayım pantolonunu” demiş. Ve bir de öyle toplatmış.
Aradan uzun yıllar geçtikten, öğretmen olduktan sonra anlattı o arkadaş o olayı bizlere. “Onlar ne insanlardı, ne canlardı. Bizlere evlerinden biri gibi davranıyor, bilmediklerimizi öğretip çok önemli alışkanlıklar kazandırıyorlardı.” diyordu.
Enstitüde sanki herkes, her çalışan bir öğretmendi. Usta öğreticiler, terziler, çobanlar ve eskiciler…
Hepsi. Hepsi de bizlere çok şey öğrettiler. Ama onlar, bizleri sevdikleri kadar insanlığı ve ulusu da sevdiler. Onlar da bize öğretmenlerimiz ve müdürümüz gibi güzel şeyler öğrettiler, kazandırdılar.
Ama verdikleri şeyler için de bizlerden hiçbir karşılık beklemediler. Bizlerin kalplerinde hiç eksilmeyen bir sevgi ve saygı ile yaşamayı seçtiler.
Kalp krizi sonucu aramızdan ayrıldı o da gitti....''

Hiç yorum yok: