''Bahar tazeliğinde, doğada oluşup çevreye yayılan ve sadece doğa sevenler tarafından tanınıp sevilen doğal kokulardan başka koku tanımadım ben. Çiçek, ağaç -özellikle de iğde, ceviz- tarla turbu, sarımsak, ter ve toprak kokusu en sevdiğim kokulardandır. Belki bunlardan daha hoş, belki kimi insanlara daha büyük haz veren kokular vardır ama ben ilkokulu bitirinceye kadar öyle kokuları hiç tanımadım ve hiç tatmadım.
Örneğin ben Köy Enstitüsünden mezun oluncaya kadar bizim eve kolonya girmedi. Antiseptik ve ferahlatıcı koku olan kolonyayı ancak ben öğretmen olduktan sonra evime sokabildim.
Benzin Kokusu
Ben enstitüye girmeden – enstitü öğrencisi olmadan- önce bir de benzin kokusuna hasrettim. O kokuların dışında bir de benzin kokusunu çok severdim. 1947’lerde kasabamıza yolcu taşıyan Osman Usta’nın - eski şoförlerden birisinin adı- Sarı Kanaryasından – otobüsünden- başka otobüs görmedim ve otobüse de binmedim. O zamanlar Kanarya ile komşu ilçeye haftada sadece bir gün gider gelirdi. Bir hafta ile, bir haftada ilçeye… Mahalle çocukları ile birlikte her hafta Osman Ustanın Kanaryasını kasabanın dışında karşılar ve hep birlikte koşardık. Kanarya’nın Arnavut kaldırımlardan geçerken ortalığa yaydığı benzin kokusunu daha fazla koklayabilmem için onun arkasından dörtnala giderdim. Çünkü bayılırdım benzin kokusuna. Benim benzin kokusuna susamışlığım belki de Türk toplumunun sanayiye ve teknolojiye susamışlığı ve özlemiydi. Kim bilir?
Balık Tutarken
Bir gün arkadaşımla dereye balık tutmaya gitmiştik. Derenin sığ akarlarına, dere çakıllarından oda oda yuvacıklar yapıyor, bir taraflarına da küçücük kapılar bırakıyorduk. Havyar dökmek için sığ sulara çıkan balıklar bizim yaptığımız odacıklara – kapanlara girdiğinde söğüt dallarından hazırladığımız yastıklarla kapıcıkları kapatıyor, içeriye giren balıkları tutuyorduk. Bir iki kez kapamış beş-on karacamoloz ( hamsi iriliğinde dere balığı ) tutmuştuk ki bir ara başımı kaldırıp kasaba yönüne baktım, karşıdan hızlı hızlı bir adam geliyordu. Elinde de sopası vardı. Adam bize biraz daha yaklaşınca daha dikkatli baktım. Baktım ki gelen adam babamdı.
Bir gün arkadaşımla dereye balık tutmaya gitmiştik. Derenin sığ akarlarına, dere çakıllarından oda oda yuvacıklar yapıyor, bir taraflarına da küçücük kapılar bırakıyorduk. Havyar dökmek için sığ sulara çıkan balıklar bizim yaptığımız odacıklara – kapanlara girdiğinde söğüt dallarından hazırladığımız yastıklarla kapıcıkları kapatıyor, içeriye giren balıkları tutuyorduk. Bir iki kez kapamış beş-on karacamoloz ( hamsi iriliğinde dere balığı ) tutmuştuk ki bir ara başımı kaldırıp kasaba yönüne baktım, karşıdan hızlı hızlı bir adam geliyordu. Elinde de sopası vardı. Adam bize biraz daha yaklaşınca daha dikkatli baktım. Baktım ki gelen adam babamdı.
Bende o saat hoşafın yağları kesildi. Çünkü daha önce birkaç kez böyle yakalanmış ve de babamdan çok kötü dayaklar yemiştim. Koşa koşa gidip pantolonumu ve gömleğimi giydim, babamı beklemeye başladım. Hayret!.. Daha önceleri hışım gibi gelip elindeki sopayla ölçüsüz derecede döven babam bu kez bağırıp çağırmıyor, beni hiç de ürkütmüyordu. Çünkü gülerek geliyor, bana tatlı şeyler söylüyor, beni adeta onurlandırıyordu.
Babam Beni Kazanmaya Çalışıyordu
-Ne yapıyor bakalım benim güzel oğlum? Babasına balık mı tutuyor? Aferin benim güzel oğluma!.. diyordu. Babama sevgiyle yaklaştım. O da bana öyle yaklaştı. Yere çömelip kollarını açtı bana. Hani yeni taytay duran bebeleri cesaretlendirmek ve onları yürümeye teşvik etmek için kucak açıp kucağa beklenir ya, işte öyle yaptı. Beni yanına çağırdı, kucakladı ve öptü, öptü… Kısa, sarı saçlarımı yaralı ve nasırlı elleriyle okşadı:
-Hadi oğlum, yeter tuttuğun balıklar, evimize gidelim dedi Beni elimden tuttu, arkadaşımı da dere kenarında bırakarak eve doğru birlikte yürüdük.
-Yolda babamla iki arkadaş gibiydik. Kolunu benim omzuma atıp yürüyor, beni kazanmaya, beni hep arzu ettiği kavgaya hazırlamaya çalışıyordu. En sonunda ben işi açık seçik anladım: “ Yapar benim oğlum, başarır. İmtihanı kazanıp Savaştepe’ye gider. Okuyup da agası gibi iyi bir öğretmen olur. Okur… Okur benim oğlum” dedi ve hemen peşinden ekledi: “ Şefik oğlum! Yarın Savaştepe’ye öğrenci alacaklarmış, ilkokulda ( Sarı Mektep derdik) imtihan varmış. Bu gece aç kitaplarını çalış da yarın imtihana gir. Gir de kazan. Göreyim seni… İmtihanı kazanırsan bak sana neler neler alacağım!... “Kazanırsam ne alacaksın baba? deyivermişim. Öyle cömert, öyle bonkör konuşmalarına göre “ Ne istersen alacağım” dedi. Buna rağmen babama “ Eğer kazanırsam şunu şunu isterim” diyemedim.” Ne olacak yani? Şimdiye kadar istediklerim hep oldumu ki bundan sonra istediklerim olsun?” diyordum kendi kendime.
-Ne yapıyor bakalım benim güzel oğlum? Babasına balık mı tutuyor? Aferin benim güzel oğluma!.. diyordu. Babama sevgiyle yaklaştım. O da bana öyle yaklaştı. Yere çömelip kollarını açtı bana. Hani yeni taytay duran bebeleri cesaretlendirmek ve onları yürümeye teşvik etmek için kucak açıp kucağa beklenir ya, işte öyle yaptı. Beni yanına çağırdı, kucakladı ve öptü, öptü… Kısa, sarı saçlarımı yaralı ve nasırlı elleriyle okşadı:
-Hadi oğlum, yeter tuttuğun balıklar, evimize gidelim dedi Beni elimden tuttu, arkadaşımı da dere kenarında bırakarak eve doğru birlikte yürüdük.
-Yolda babamla iki arkadaş gibiydik. Kolunu benim omzuma atıp yürüyor, beni kazanmaya, beni hep arzu ettiği kavgaya hazırlamaya çalışıyordu. En sonunda ben işi açık seçik anladım: “ Yapar benim oğlum, başarır. İmtihanı kazanıp Savaştepe’ye gider. Okuyup da agası gibi iyi bir öğretmen olur. Okur… Okur benim oğlum” dedi ve hemen peşinden ekledi: “ Şefik oğlum! Yarın Savaştepe’ye öğrenci alacaklarmış, ilkokulda ( Sarı Mektep derdik) imtihan varmış. Bu gece aç kitaplarını çalış da yarın imtihana gir. Gir de kazan. Göreyim seni… İmtihanı kazanırsan bak sana neler neler alacağım!... “Kazanırsam ne alacaksın baba? deyivermişim. Öyle cömert, öyle bonkör konuşmalarına göre “ Ne istersen alacağım” dedi. Buna rağmen babama “ Eğer kazanırsam şunu şunu isterim” diyemedim.” Ne olacak yani? Şimdiye kadar istediklerim hep oldumu ki bundan sonra istediklerim olsun?” diyordum kendi kendime.
İmtihan
-Eve gelince tarih, coğrafya yurttaşlık bilgisi ve matematik kitaplarını açıp şöyle bir karıştırdım. Sadece ve sadece de şöyle konu başlıklarına baktım. Hiç olanak var mı ki bir gecede okuyup kafama koyduklarımla imtihan kazanmaya? O gece ne okuyup öğrendiysem, beynime ne koyup kaydettiysem sabah öyle uyandım. Sabah çorbasını birlikte içip “imtihana “ diyerek evden babamla birlikte çıktık. İmtihana girecek çocuklar okula anne-babalarıyla birlikte geliyorlardı. Herkesin anne ve babası vardı ama benim annem yoktu. Olsun… Benim de ablam vardı. Bana o annelik yapıyor, o doyurup suluyordu. Üstümü, başımı ve bedenimi leğene koyup o yıkıyordu. Eh ne yaparsınız annesizlik işte! Böyle kapatılıyor her olumsuzluk ve her güzellik işte böyle eşit paylaşılıyordu yoksul evlerinde. Babam benimle ilgilendiği için işe geç kalmıştı. Beni elimden tutarak merdiven üstüne çıkardı ve : “ Hadi sarı oğlum, boz oğlum benim. Hadi Allah yardımcın olsun.” deyip bana güven ve cesaret verdikten sonra işine gitti.
-Yüreğim güpür güpür vuruyor, imtihan korkusu ruhumu ve bedenimi iyice kuşatıyordu. Benim dışımdakilerde de acaba böyle bu derece yürek çarpıntısı var mıydı? İmtihana gireceklere bakıyor ama onlarda bendeki gibi bir farklılık göremiyordum. Ne bileyim “ herhalde onlar canlı değiller” diye düşünüyordum İmtihanı kazanamazsam mahcup olmaktan ürküyordum.
-Nihayet: “ İmtihana girecek öğrenciler şu karşıki dershaneye girsinler. Sıralara tek tek otursunlar. Yanlarına da kağıt, kalem silgi ve kalemtıraş dışında bir şey almasınlar. Sıra gözlerinde ve üzerlerinde ders kitabı ve yazılı notlar bulundurmasınlar.” dendi. Gösterilen dershaneye girip sıralara teker teker oturduk. Siz deyin ki imtihanda üç insanlık timsali adam, ben diyeyim ki üç tanrı gözlemcisi bulunuyordu. Dokuz kişinin girdiği imtihan tüm derslerden yirmi dokuz karma sorunun tahtaya yazılması ve soruların imtihan kâğıtlarında yanıtlanmasıyla son buldu. Bir saat kadar sonra da sonuçlar açıklandı.
-Eve gelince tarih, coğrafya yurttaşlık bilgisi ve matematik kitaplarını açıp şöyle bir karıştırdım. Sadece ve sadece de şöyle konu başlıklarına baktım. Hiç olanak var mı ki bir gecede okuyup kafama koyduklarımla imtihan kazanmaya? O gece ne okuyup öğrendiysem, beynime ne koyup kaydettiysem sabah öyle uyandım. Sabah çorbasını birlikte içip “imtihana “ diyerek evden babamla birlikte çıktık. İmtihana girecek çocuklar okula anne-babalarıyla birlikte geliyorlardı. Herkesin anne ve babası vardı ama benim annem yoktu. Olsun… Benim de ablam vardı. Bana o annelik yapıyor, o doyurup suluyordu. Üstümü, başımı ve bedenimi leğene koyup o yıkıyordu. Eh ne yaparsınız annesizlik işte! Böyle kapatılıyor her olumsuzluk ve her güzellik işte böyle eşit paylaşılıyordu yoksul evlerinde. Babam benimle ilgilendiği için işe geç kalmıştı. Beni elimden tutarak merdiven üstüne çıkardı ve : “ Hadi sarı oğlum, boz oğlum benim. Hadi Allah yardımcın olsun.” deyip bana güven ve cesaret verdikten sonra işine gitti.
-Yüreğim güpür güpür vuruyor, imtihan korkusu ruhumu ve bedenimi iyice kuşatıyordu. Benim dışımdakilerde de acaba böyle bu derece yürek çarpıntısı var mıydı? İmtihana gireceklere bakıyor ama onlarda bendeki gibi bir farklılık göremiyordum. Ne bileyim “ herhalde onlar canlı değiller” diye düşünüyordum İmtihanı kazanamazsam mahcup olmaktan ürküyordum.
-Nihayet: “ İmtihana girecek öğrenciler şu karşıki dershaneye girsinler. Sıralara tek tek otursunlar. Yanlarına da kağıt, kalem silgi ve kalemtıraş dışında bir şey almasınlar. Sıra gözlerinde ve üzerlerinde ders kitabı ve yazılı notlar bulundurmasınlar.” dendi. Gösterilen dershaneye girip sıralara teker teker oturduk. Siz deyin ki imtihanda üç insanlık timsali adam, ben diyeyim ki üç tanrı gözlemcisi bulunuyordu. Dokuz kişinin girdiği imtihan tüm derslerden yirmi dokuz karma sorunun tahtaya yazılması ve soruların imtihan kâğıtlarında yanıtlanmasıyla son buldu. Bir saat kadar sonra da sonuçlar açıklandı.
Kazananların Arasında Benim de Adım Vardı
Bir öğrencinin dışında sekiz öğrenci imtihanı kazanmıştı. Kazanlar iki kız altı erkekti. Bunların adları ve köyleri şöyleydi:
1-Memnune Kaptan ( Değirmen Boğazı)
2-Nebahat Hekimoğlu ( Değirmen Boğazı)
3-Asım Akdeniz ( Cumhuriyet )
4-Saadettin Sezginer ( Kulak )
5-Hüseyin Aslan ( Kızık )
6-Fikret Erdoğan ( Haydar)
7-Hasan Menteş ( Manyas Merkez)
8-Şefik Koman ( Manyas Merkez )
Bir öğrencinin dışında sekiz öğrenci imtihanı kazanmıştı. Kazanlar iki kız altı erkekti. Bunların adları ve köyleri şöyleydi:
1-Memnune Kaptan ( Değirmen Boğazı)
2-Nebahat Hekimoğlu ( Değirmen Boğazı)
3-Asım Akdeniz ( Cumhuriyet )
4-Saadettin Sezginer ( Kulak )
5-Hüseyin Aslan ( Kızık )
6-Fikret Erdoğan ( Haydar)
7-Hasan Menteş ( Manyas Merkez)
8-Şefik Koman ( Manyas Merkez )
Kazananlar arasında bende vardım. Sevinçten bir yavru kuş gibi uçmaya çalışıyor, çok iyi uçmasam da kendimi yerçekiminden kurtarabiliyordum.. İmtihanda tanrılar bizlere yardımcı olmuşlardı. İmtihan gözlemcisi o yüce insanlar şimdi herhalde rahmetli olmuşlardır. Eğer rahmetli olmuşlarsa, hepsinin mekânları cennet olsun. Eğer aralarında yaşayanlar vars a onlara da sağlıklı ömürler diliyorum şahsım adına.
Uça uça eve gittim. Ablama müjdeyi verdim. Ana yarısı ablam beni kucakladı, öptü, öptü… “Şefik, babam ne kadar sevinecek bu aydınlık habere? Bunu tahmin edebiliyor musun?”dedi Ben :” tahmin edemiyorum abla! “ dedim.”Babam gelince görürsün” dedi.
Uça uça eve gittim. Ablama müjdeyi verdim. Ana yarısı ablam beni kucakladı, öptü, öptü… “Şefik, babam ne kadar sevinecek bu aydınlık habere? Bunu tahmin edebiliyor musun?”dedi Ben :” tahmin edemiyorum abla! “ dedim.”Babam gelince görürsün” dedi.
Tüm Aile Mutluyduk
Akşam ezanı okunurken babam işten geldi. Üstü başı harç, toz ve topraktı. Çok yorgundu. Üstten kapaklı bir Trabzon güğümünden döktüğüm suyla yüzünü ve ellerini yıkadı. Omzumda sakladığım peşkirle de kurulandı. Hemen ardından gülen gözlerle bana bakıp: “ Şefik imtihandan ne haber?” dedi. Ben soruyu yanıtlamak isterken heyecandan güğüm elimden düştü. “ Kazandım baba, kazandım” diyebildim. O sırada baktım ki babamın gözlerinde iki yaş belirdi. Babam ağlıyordu. Ama sevinç gözyaşlarıydı o yaşlar.” Biliyordum oğlum, biliyordum kazanacağını. Bende, anamdan kalma kocaman bir aferim vardı, ( aferim anasından kalmıştı; çünkü onunda babası o daha doğmadan ölmüştü.) ben de o aferimi sana verdim işte” dedi.
Sonra da ablamın güveçte pişirdiği bol acı biberli etsiz patates yemeğini toprak çanakta neşe içinde ve ağız tadıyla yedik. Babam, ablam ve ben o gece hep birlikte belki de dünyadaki mutlulukların en bulunmazını yaşadık. O gece en tatlı uykuları uyuduk. O gece en güzel rüyaları gördük. İçlerinde en mutlusu bendim. Çünkü hem Savaştepe Köy Enstitüsü giriş imtihanını kazanmış hem de o gece rüyamda anamı görmüştüm. Anam imtihanı kazanmamdan ötürü çok memnun olmuş, beni öpüp koklayarak sanki ta canının içine koymuştu. Sabahleyin hepimiz kuşlar gibi yinilcecik (hafifçecik) kalktık yataklarımızdan. Tüm aile mutluyduk.''
Sonra da ablamın güveçte pişirdiği bol acı biberli etsiz patates yemeğini toprak çanakta neşe içinde ve ağız tadıyla yedik. Babam, ablam ve ben o gece hep birlikte belki de dünyadaki mutlulukların en bulunmazını yaşadık. O gece en tatlı uykuları uyuduk. O gece en güzel rüyaları gördük. İçlerinde en mutlusu bendim. Çünkü hem Savaştepe Köy Enstitüsü giriş imtihanını kazanmış hem de o gece rüyamda anamı görmüştüm. Anam imtihanı kazanmamdan ötürü çok memnun olmuş, beni öpüp koklayarak sanki ta canının içine koymuştu. Sabahleyin hepimiz kuşlar gibi yinilcecik (hafifçecik) kalktık yataklarımızdan. Tüm aile mutluyduk.''
.
Fotoğraf: Savaştepe Köy Ensttüsü öğrencileri...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder