Powered By Blogger

Köy Enstitülerini anlatmak, tarihe ve topluma karşı bir borçtur...


.

En çok da çocukları vurur derler. Hele köy yerinde yoksulluk öyle bir haldir ki çeken bilir, çekemeyene davul sesidir, uzaktan gelir. 1940’larda bu yoksulluk evi barkı, köyü şehri, tüm ülkeyi sarar. Böyle bir çağda biri kapıyı çalar: “Çocuğunu okutalım, ona iş öğretelim, eli ekmek tutsun, köyünü gönendirsin!” der. Köylü kabul edince köy enstitüleri hayat bulur, çocukların eli ekmek tutar. Varı yoğu olmayanın eli ayağı, kolu kanadı olur köy enstitüleri. Çocuklar ki hepsi yoksul, hepsi tutsakken çaresizliğe enstitülerin ışığına sarılır. Eğitim seferberliğinin ilk emekçileridir onlar.
Kurak ve sıcaktır. Öğrenciler, bilmez yorulmak nedir, vururlar kazmayı susuzluktan kuruyan toprağın tam kalbine. Ona can verirler elleriyle. 1941 yılında bir ışık yükselir başkentin doğusundan, Hasan Dağı’nın eteğindeki o köyden. Hala ayaktadır o çocukların minik elleriyle diktikleri binalar ve ağaçlar...

Yıl 1937... zafer kazanılalı on beş yıl olmuş ve ülke düşmanların elinden alınmıştır. Ancak en büyük düşman olan cehalet hala devam etmekte ve 16 milyon olan ülke nüfusunda okuryazar sayısı 2,5 milyondur.
“Köy enstitülerini kuranların ve bu enstitülerden yetişenlerin tarihe karşı, topluma karşı sorumlulukları var. Yoksul köy çocuklarını alıp bu Enstitülerde yetiştirmenin, yetiştirirken de onlara üretime dönük beceri kazandırmanın amacını ve felsefesini anlatmak, tarihe ve topluma karşı bir borçtur. Türkiye gibi yoksul bir ülkede, kırsal kesimin yüzyıllarca kendi yazgıları ile baş başa bırakılmış insanlarını devlet okullarında yetiştirmek, bu yoksul kır emekçilerinin çocuklarına “çağdaş” insan olmanın yollarını ve yönetmelerini göstermekti köy enstitülerinin amacı… ''

Hiç yorum yok: