''Kurtuluş Savaşı üzerinden yaklaşık 15 yıl geçmişti ama ülke hala yoksulluktan ve cehaletten kurtulamamıştı. Dil devrimi de okuma yazma seferberliği de köyün gelişmesine yetmemişti. 16 milyonun sadece 2,5 milyonu okuryazardı. 6–7 kişiden sadece biri okuma yazma biliyordu. Nüfusun %80’i köylerde yaşıyordu ve devrimler henüz 40 bin köyün sınırları içine girememişti.
Mustafa Kemal askerliğini çavuş olarak yapmış, okuma yazma bilen gençleri kendi köylerinde “eğitmen” olarak görevlendirmeye karar verdi. Projenin başına İsmail Hakkı Tonguç getirildi. Tonguç, özellikle köyde eğitim konusunda araştırma ve çeviriler yapmıştı. Orduda çavuş ve onbaşı olarak askerlik yapmış 85 kişi köylerinden çağrılıp Eskişehir Çifteler’de eğitime alındı. 6 ay eğitim gördüler, köylerine dönüp çocuklara eğitim vereceklerdi. Ayrılırken, kendi yaptıkları bavullarla fotoğraf çektirdiler.
Köy Enstitüleri’nin 60. Yıldönümünde, göreve çağrılan 85 eğitmenden hayatta kalan tek insan Ali Osman Yıldızhan anlatıyor:
Eğitmenler, köyün çocuklarına okuma yazma öğretmekle kalmadılar, aynı zamanda köyün yetişkinleri için gece kursları açtılar. Bir yıl sonra çavuşlarla bu işin uzun süre yürüyemeyeceği anlaşıldı ve köylere öğretmen yetiştirmek üzere bir okul kurulması kararlaştırıldı. İlk eğitmen kursunun açıldığı Çifteler, bu okul için de merkez olarak seçildi. 40 öğrenci bu iklim içinde okullarına geldi. Beş yıl orada okuyacak, öğrenecek ve köylerine öğretmen olarak geri döneceklerdi. 1937 yılıydı. Yoksulluk diz boyuydu.
İkinci sene gelen öğrenciler ise tam kayıt olacakları gün, projenin fikir babasından gelen bir kara haberle sarsıldılar.
Atatürk’ten sonra köyde eğitim projesini sürdürme görevi İsmet İnönü’ye düşecekti. İnönü, cumhurbaşkanı seçilince Milli Eğitim Bakanlığına Hasan Ali Yücel getirildi. Yücel, hayatını eğitime adamış bir felsefe hocasıydı. Dünya klasiklerinin çevrilmesi için bir tercüme bürosu kurdurarak 500’den fazla eserin Türkçeye kazandırılmasını sağlamıştı. Bir yasa tasarısı hazırlatarak ülkeyi, tarım koşullarına göre her biri 3–4 ili kapsayan 21 bölgeye ayırdı. Bu 21 bölgeye birer Köy Enstitüsü kurulacaktı. Enstitüler şehirden uzakta olacak ama mümkünse tren istasyonuna yakın bir yerde olacaktı. Bu enstitülerde köyün kalkınması için gerekli öğretmenler yetiştirilecekti. Öğretmenler aynı zamanda köylüye modern tarım tekniklerinden marangozluğa, müzikten hasta tedavisine kadar her konuda eğitim verecekti. Yerel önder aydınlar yetiştirilerek köylerin kalkınmasının sorumluluğu o bölgenin içinden yetişmiş aydın köylülere emanet edilecekti. Okulların adı “enstitü” konuldu; çünkü bilgiyi iş haline getirerek uygulayan bir eğitim sistemi öngörülüyordu.
Yücel bu seferberlikte omuz omuza çalışacağı yol arkadaşını belirledi: İsmail Hakkı Tonguç’u vekaleten yürüttüğü göreve asli olarak atadı. Yücel, Tonguç’u ülke çapında bir keşif gezisi yapıp rapor hazırlamakla görevlendirdi. Tonguç, yaptığı gezilerle durumu saptadı. Enstitülerin yerleri belirlendi ve 1940 baharında yasa meclise geldi. Yücel’in cesaretle savunduğu yasa, mecliste eleştirilere muhatap oldu. Kâzım Karabekir enstitülerin köy şehir uçurumunu hepten derinleştireceğini ve bu iki kesim arasında bir ayrım yaratacağını öne sürdü. Yücel ise zaten asıl amacın bu ayrımı ortadan kaldırmak olduğunu savundu. Oylamada ret oyu çıkmadı ama 38 kişi oylamaya katılmadı. O gün oylamaya katılmayanlar arasında ileride Demokrat Parti’yi kuracak olan Celal Bayar, Adnan Menderes ve Fuat Köprülü de vardı. Enstitülerin köylüyü uyandıracağından endişelenen toprak sahipleri tasarıya muhalefet etmiş, bazı milletvekilleri de oy kullanmamışlardı.
Çıkarılan yasayla, daha önceden kurulan 4 öğretmen okulu enstitüye dönüştürüldü. Bu okullara 17 yeni okulun eklenmesi kararlaştırıldı.
Bu enstitülerden mezun olanlar, atanacakları köylerde 20 yıl mecburi hizmet yapacaklardı. Eğitim hamlesi tam başlayacağı sırada Avrupa’da savaş patlamış ve Nazilerin ayak sesleri Balkanlar’dan Trakya’ya doğru çınlamaya başlamıştı. Hükümet, Trakya’nın boşaltılmasına karar verdi. Göçecekler arasında Kepirtepe Köy Enstitüsü öğrencileri de vardı.
Trakya çocukları 1941 Nisan’ında trenden indiler, oradan yürüyerek Ankara’ya 35 kilometre uzaklıktaki Hasanoğlan köyüne geldiler. Bu uçsuz bucaksız bozkırda kendi okullarını kuracak ve çölde bir vaha yeşerticeklerdi.
Temel atma törenine, daha önce kurulan 14 Köy Enstitüsü’nden öğrenci geldi. Ve 1 Temmuz günü Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nün temeli atıldı.
Ortada sadece bir tabela ve arkada bozkırda otlayan koyunlar vardı. Az sonra kız ve erkek öğrenciler ”Ziraat Marşı”nı söyleyerek geldiler. O andan sonra Anadolu’nun dört bir yanından gelmiş yüzlerce öğrenci, hocalarıyla el el verip örneği görülmemiş bir çalışmaya başladılar. Önce yan yana dizilip kilometrelerce uzanan bir insan hattı üzerinde elden ele taş taşıdılar. Yıllardır deşilmemiş toprağa kazma vurdular.
Harç kardılar, tuğla dizdiler. O gün orada taş kıran öğrenciler arasında Pazarören Köy Enstitüsü’nden Turgut Kavraal da vardı.
Bu benzersiz dayanışma kısa sürede sonuç verdi. Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nde 6 ay gibi kısa bir sürede 20 bina bitmişti. Bozkır ortasında bir vaha vardı artık. İnönü dahil herkes, o vahadan yayılacak ışığın yakında bütün ülkeyi aydınlatacağı umudu içindeydi. Milli Şef, “Köy Enstitüleri’ni cumhuriyetin eserleri içinde en kıymetlisi ve en sevgilisi saydığını” kendi el yazısıyla belirtmişti. Öğrenciler her sabah erkenden kalkıp okulun önünde toplanıyor ve güne sabah sporu niyetine halk oyunları oynayarak başlıyorlardı. Sabah yedi buçuktan sonra da serbest okuma saati başlıyordu. Her enstitünün büyük bir kütüphanesi vardı. Hasan Ali Yücel’in çevirisini yaptırdığı klasikler burada bulunabiliyordu. Her öğrenci bir yıl içinde 25 klasik okumak zorundaydı.
Bu serbest okuma saatinde isteyen öğrencilere müzik öğretmenleri tarafından mandolin, keman, akordeon, bağlama dersleri de veriliyordu. Hatta bağlama dersini kimi zaman enstitüleri birer birer gezen Aşık Veysel veriyordu.
Öğrenciler dinlediklerinden, okuduklarından etkileniyor, Türkiye’nin geleceğine damgasını vuracak bir köylü aydınlar kuşağı yetişiyordu. Anadolu bin yıllık uykusundan uyanmaya başlamıştı. Bu uyanışın en güzel örneğini İnönü’ye 1942 yılında ziyaret ettiği Savaştepe Köy Enstitüsü’nde konuştuğu bir kız öğrenci yaşattı.
Okuma saatinin ardından eğitim başlıyordu. Eğitimin yüzde 50’si normal orta öğretim derslerinden oluşuyordu. Ancak enstitülerin özelliği bununla yetinilmemesi ve iş eğitimine de aynı önemin verilmesiydi. Derslerin %25’ ini tarım dersleri kapsıyordu. Tarım saati geldiğinde öğrenciler kazmaları kürekleri sırtlayıp enstitünün tarlalarına gidiyorlar ve modern zirai teknikleri öğreniyorlardı. Üstelik bu gerçek anlamda “verimli” bir ders oluyor, ekilen tarlaların mahsulü, daha sonra sofralarda yiyecek olarak değerlendiriliyordu. Pedagogların yıllardır tartıştığı “iş içinde eğitim” enstitülerde gündelik hayatın bir parçasıydı. Öğrenci yaşayarak öğreniyordu.
Erkek öğrenciler yapıcılık, demircilik, marangozluk öğreniyordu. Kızlar el işi, biçki, dikiş gibi iş kollarından birinde eğitim görüyorlardı. Enstitüler, zirai teknikleri ve kooperatifçiliği bilen, yapı işlerini beceren, hayvancılıkta en iyi verimi alan aydın öncüler hazırlıyordu.
Bütün faaliyetler Hasan Ali Yücel’in Milli Eğitim Bakanlığı’nda kurulan bir karargahta İsmail Hakkı Tonguç tarafından yönetiliyordu. O, öğrencilerin “Tonguç Baba”sıydı. Tonguç, 21 enstitüyle de ayrı ayrı ilgileniyor, sık sık gidip denetliyordu.
Tonguç, enstitülerin nasıl yönetilmesi gerektiğini, sorunların nasıl çözülebileceğini bütün enstitülere gönderdiği genelgelerle açıklıyordu.
Bu tedirginlik yaygınlaşmakta gecikmedi. Köy Enstitüleri çeşitli yönlerden eleştirilmeye başlandı. En yaygın eleştiri konularından biri, kızlarla erkeklerin birlikte eğitim yapmalarıydı. Gerçi diğer okullarda da karma eğitim yapılıyordu. Ancak enstitüler yatılıydı. Ve kız öğrencilerle erkeklerin aynı kampüs içinde kalıyor olmaları söylentilere yol açıyordu. Enstitü müdürleri, kız öğrencileri okula kaydettirebilmek için çok uğraşmış, kızların kaderini değiştirebilmek uğruna seferber olmuşlardı. Lakin başlık parasından olacağını anlayan aileler “kızınız orada ahlaksız olur” söylentilerine daha kolay inanmaya başladılar.
Eleştiriler burada kalmadı. Peşinden “enstitülerin yeterince milliyetçi olmadığı” eleştirisi geldi.
Eleştiriler yoğunlaşırken, enstitülerde ilk kriz de bu “milliyetçilik-solculuk” tartışmasından patlak verdi. Çifteler Köy Enstitüsü’ne atanan Asiye Eliçin adlı bir öğretmenin öğrencilere tavsiye ettiği kitaplar, bir ihbar sonucu emniyete bildirildi.
İşin ilginç yanı, sağcılar tarafından solculukla suçlanan enstitüler, solcular tarafından da bir başka açıdan eleştiri konusu olacaktı. Enstitü yapımında öğrencilerin yer alması ve mezun olduktan sonra zorunlu hizmet olması soldan bazı aydınların tepkisini çekti. Özellikle Kemal Tahir, Bozkırdaki Çekirdek adlı romanında bunu eleştirdi. Ona göre enstitüler birer eğitim kurumundan çok, kölelik kurumuydu.
1942 yılı geldiğinde, Köy Enstitüleri ilk mezunlarını verdi. Artık 20 Köy Enstitüsü’nde toplam 12 bin öğrenci vardı ve hızla yenileri geliyordu. İlk 103 mezun Türkiye’nin en büyük eğitim hamlesinin ilk meyveleri olarak Yüksek Köy Enstitüsü’ne gönderildiler. Enstitüler, bütün ülkeye köy öğretmeni yetiştirmeye başlamıştı. Ancak yetiştirilen köy öğretmenlerini eğitecek öğretmen bulunamaz olmuştu. Bunun üzerine Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü açıldı. Sadece köylü çocuklarının gideceği okul Türkiye’nin ilk “köy üniversitesi” olacaktı.
Köy Enstitüleri’ni bitiren öğrencilerin en iyileri, merkezi bir sınavla seçilmiş ve Hasanoğlan’a çağrılmıştı. 1943 yılıydı. Üniversite, köylüye gerçek anlamda milletin efendisi olma kapısını açacaktı. Köy çocukları, üniversitelerini de kendileri inşa ettiler. 5 yıllık enstitüyü bitirip öğretmenliğe hak kazanan öğrenciler, sınavı kazanırlarsa, enstitülere öğretmen olmak üzere eğitim görüyordu. Yüksek enstitüyü bitirebilmek için akademik bir araştırma yapmaları gerekiyordu. Tez niteliğindeki araştırmalar, çocuk bakımı üzerine inceleme, türkülerin derlenmesi, Türkiye’de yetişen otların haritası gibi konulardı. Öğrenciler, Hasanoğlan’da kendi kurdukları bir matbaada Köy Enstitüleri adıyla yılda 4 defa yayımlanan dergi çıkarmaya başlamıştı. 8 sayı yayımlanabilen dergi, Fakir Baykurt, Talip Apaydın, Mehmet Başaran ve Mahmut Makal’ın ilk eserlerini sergiledikleri yer olacaktı. Ancak Hasanoğlan asıl şöhretini sanat eğitimiyle yaptı. Güzel Sanatlar içinde resim, müzik, heykeltıraşlık, tiyatro eğitimi veriliyordu. Her öğrenci bir müzik aletini çalmayı öğrenmek zorundaydı. Sanat derslerine Ankara Konservatuarı’nın en iyi hocaları geliyordu. Batı edebiyatı derslerini Sabahattin Eyüboğlu, müzik derslerini Aydın Gün, Veysel Arseven ve Ruhi Su veriyordu. Enstitülüler, Ankara’ya gidip İsmet İnönü ile birlikte İdil Biret, Suna Kan gibi harika çocukların klasik müzik konserlerini dinliyorlardı.
Artık Hasanoğlan’ın bahçelerinde Klasik Yunan heykellerinin kopyaları vardı. Okul, şan dersi alan öğrencilerin sesleriyle çınlıyordu. Enstitünün hemen yanı başına bir açık hava tiyatrosu inşa edilmişti. Bu, Anadolu’da binlerce yıl sonra kurulan ilk açık hava tiyatrosuydu. Öğrenciler açılışta Sophokles’in Kral Oidipus trajedisini sergiledi. Köy çocukları Gogol, Moliere, Shakespeare oynuyor; köylüler izliyordu.
Cumhurbaşkanı İnönü 1943 Eylül’ünde Hasanoğlan Yüksek Enstitüsü’nü ziyaret etti. Kısa zamanda ortaya çıkarılan eseri görünce çok etkilendi. İnönü o günden sonra Köy Enstitüleri’yle daha yakından ilgilenecek ve bütün vilayetleri seferber edecekti. Başlatılan kampanyayla bütün bölgelerde okul yapımına hız verildi. “Köy Enstitüleri Yasası” okul yapma görevini köylülere veriyordu. Bir süre sonra okul yapmayan köyler cezalandırıldı. Okul yapımını tavsatan valiler, bizzat İnönü tarafından radyoda halka şikayet edildi. Köylerden Ankara’ya doğru bir muhalefet rüzgarı eser olmuş. CHP içinde de itirazlar başlamıştı.
“Köylüyü bu kadar sıkıştırmayalım.” diyenlere İnönü “Her köyde cami yok mu? O camiler nasıl yapıldıysa, okul da öyle yapılacak.” diyordu. Köy Enstitüleri artık bir gerginlik konusuydu. İşte o seferberlikte Hasanoğlan’a bir de tren istasyonu yapılmasına karar verildi. Bu istasyon, Hasanoğlan’ı Ankara’ya biraz daha yakınlaştıracak ve kentli aydınların Köy Enstitülüler ile buluşmalarını kolaylaştıracaktı.
1945 yılında Köy Enstitüleri giderek artan sayıda mezun vermeye başladı. 1893 Köy Enstitülü, öğretmen olarak köylerine gittiler. Ancak Köy Enstitüleri’nin kaderini değiştirecek gelişme de aynı yıl yaşandı. Şubat 1945’te Hasanoğlan’a gelen bir ziyaretçi, sonun başlangıcını hazırladı: Sabahattin Ali.
Sabahattin Ali, ilerici fikirleri nedeniyle mahkum olmuş ve sonra afla salıverilmiş sol görüşleriyle bilinen bir yazardı. Böyle birinin Hasanoğlan’a gelip öğrencilerle sohbet etmesi enstitüde cadı kazanlarının kaynamasına yol açtı. Zaten bir süredir bu okulların tamamen solcuların eline geçtiği eleştirileri alıp yürümüş, bazı öğrenciler polis takibine alınmıştı. Sabahattin Ali’ye yönelik ithamların başındakiler Nihal Atsız öncülüğündeki Turancılar idi.
Enstitü, içten içe kaynamaya başlamıştı. Enstitülerde sağ-sol çatışmaları alevlendirilmeye çalışılıyordu. Gerginlik büyüyünce konu İsmail Hakkı Tonguç’a iletildi. Tonguç hemen Hasanoğlan’a gelip öğrencileri uyardı: “Ateşle oynuyorsunuz, kendi kurduğunuz binanın temelini oyuyorsunuz.” dedi. Yaklaşan tehlikenin ilk sinyalini orada verdi: “Yapılamaz sanıyorsunuz ama bir gün bu enstitüleri kapatırlar. Aklınızı başınıza toplayın.”
Enstitüleri sarsan gerginlik aslında ülke çapında da hissedilir olmuştu. Savaş bitmiş ve “Milli Şef” rejiminin değişme zamanı gelmişti. İnönü 1945’in meclis açılış nutkunda, demokrasiye geçiş sözü verdi. Yeni rejim, yeni partiler, farklı görüşler, muhalif fikirler demekti. Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel, o günlerde bu konuyu İnönü’yle konuştu ve demokratikleşmeye eğitimden başlamayı önerdi.
Tarih, Yücel’i haklı çıkaracaktı. Yukarıdan empoze edilen demokrasinin ilk hedefi Köy Enstitüleri oldu. İnönü’nün tahmin ettiği gibi savaş bitince konu hemen gündeme geldi. Üstelik mecliste, muhalefet ilk çıkışını bu konuyla yaptı. 1945 Mayıs’ında Emin Sazak, “Köylere verilen enstitü mezunlarının kendilerini birer Atatürk zannettiklerini” söyledi. Hasan Ali Yücel, “Bu çocukların birer Atatürk olması temenni edilir,” dedi ve sözü büyük toprak sahibi Emin Sazak’a getirdi: “Emin Sazak arkadaşım, oturduğu yerden iç çekebilir; çünkü feodal sistemle idare edilmek isteyenler, ilköğretim davasını istemezler.”
Türkiye çok partili demokrasiyi deneyecekti ve CHP’den ayrılanların kurduğu Demokrat Parti, iktidar adayıydı. Enstitülere yönelik komünistlik suçlamaları alıp yürümüştü. Kız erkek bir arada eğitim yapılmasından doğan dedikodular dilden dile geziyordu. Köylü, okul inşaatı zorlamasından yılmıştı. Köye görevli giden öğretmenler yörenin egemenleriyle tartışır olmuştu. Toprak sahipleri enstitülerin tasfiyesi için Ankara’ya baskı yapmaya başlamışlardı. Enstitülerin seçimde CHP’ye oy kaybettireceği ortadaydı. Fevzi Çakmak, İnönü’ye ikide bir, “Paşam bu komünist yuvalarını ne zaman kapatacaksın?” diye soruyor, parti içinde muhalefet büyüyordu. Cumhuriyet Halk Partisi’nde Recep Peker gibi muhafazakarlar Köy Enstitüleri’nin bir an önce kapatılmasını savunuyordu.
İnönü, gelen haberlerden, bu iddiaların tamamen yersiz olmadığı kanısına vardı. Seçimlere 3 ay kalmış ve söylentiler her tarafa yayılmıştı. Bir yanda ömür boyu korumaya söz verdiği enstitüler vardı, diğer yanda kendisine seçim kaybettirecek komünistlik iddiaları. Hayatının en zor kararlarından birini vermek zorundaydı. Düşündü, taşındı ve sonunda doğru bildiğini seçti: Enstitülerden vazgeçti.
17 Nisan 1946 günü Köy Enstitüleri’nin kuruluşunun 6. yıldönümüydü. Bu özel gün için çok özel bir kutlama programı hazırlanmıştı. İnönü, geçit töreninden sonra, bir yanına Hasan Ali Yücel’i, diğer yanına Tonguç’u alarak gösterileri ilgiyle izledi. Tören bitince Rauf İnan, gururla İnönü’nün yanına gitti. “Köy Enstitüleri’nin kurucusu İnönü” için hazırlattığı fotoğraf albümünü verdi. İnönü, enstitü müdürüne, “Seni bakanlık müfettişliğine alıyoruz.” dedi. İnan gururlandı. Bunun terfi olduğunu sanmış ve çok sevinmişti. Oysa bu atama bir dönemin kapanışının habercisiydi. Köy Enstitüleri’nin ilk kurbanı, Rauf İnan olmuştu. İşte ilk kelle verilmişti. Ama İnönü’den önce sırada Köy Enstitüleri’nin iki mimarının; Hasan Ali Yücel ile İsmail Hakkı Tonguç’un kelleleri vardı.
Türkiye tarihinin ilk çok partili seçimi sonrasında kabineyi kurma görevi Recep Peker’e verildi. Milli Eğitim Bakanlığı, politik olarak yıprandığına inanılan Hasan Ali Yücel’in elinden alındı. O gün Köy Enstitüleri projesi fiilen bitti.
Hükumet programı radyoda okunurken İsmail Hakla Tonguç Hasanoğlan’a gelip programı enstitülerle birlikte dinlemek istemişti. Radyoda sıra milli eğitim bölümüne gelince, “Köy Enstitüleri’nin daha milli bir çizgiye sokulacağı” söylendi. Bu cümle, yakında kopacak fırtınanın habercisiydi. Bundan sonrası Köy Enstitülüler için acı olacaktı.
O günlerde emniyete imzasız bir ihbar mektubu geldi. Mektupta Hasanoğlan’ın komünist yuvası haline geldiği öne sürülüyordu. Bu ihbar mektubu beklenen kanıttı. Hemen bir soruşturma başlatıldı ve soruşturma için Meclis Başkanı Kâzım Karabekir, Hasanoğlan’a geldi.
Artık karanlık bir yola girildiği belliydi. 21 Eylül 1946’da, ismi Köy Enstitüleri’yle özdeşleşmiş İsmail Hakkı Tonguç da görevden alındı. Milli Eğitim Bakanı Şemsettin Sirer’in genelgeleriyle Köy Enstitüleri’nde öğrencilerin yönetime katılmasına ilişkin uygulamaya son verildi. Okullarda okutulan klasikler öğrencilerin düzeyine uygun olmadığı gerekçesiyle yasaklandı. Serbest okuma ve tartışma saatleri iptal edildi. Aynı kampüs içinde okuyan kız ve erkek öğrenciler ayrıldı. Köy Enstitüleri’nden geriye sadece totaliter bir eğitim kurumu görüntüsü kaldı. 1947 sonunda Recep Peker hükümeti, Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsünü “benzer başka okullar olduğu gerekçesiyle” tamamen kapattı.
Hasan Ali Yücel, bakanlıktan alındıktan sonra parti içindeki gücünü hepten yitirdi. 1946 sonrası başlayan solcu avı süresince, komünistlik suçlamalarını göğüslemek üzere, 3 yıl boyunca mahkemelerde savaş verdi. Ömrünün kalan kısmını köşesine çekilip yazın alanında faaliyetlerine devam ederek geçirdi.
İsmail Hakkı Tonguç, Yücel’den sonra gelen tüm bakanlar tarafından oradan oraya sürüldü. Bir süre Talim Terbiye Kurulu’nda çalıştı. Demokrat Parti döneminde bakanlık emrine alınarak 31 yıllık meslek yaşamına son verildi. İnönü’yü bir daha hiç görmedi. 1960 Haziran’ında Hasanoğlan Köy Enstitüsü’ne yaptığı ziyaretten bir hafta sonra vefat etti.
CHP, Hasanoğlan’ı kapattıktan sonra, 1948’den itibaren, ilahiyat fakülteleriyle imam hatip kurslarının açılmasına izin verdi. Ancak buna rağmen 1950 seçimlerini kaybetti. İktidara gelen Demokrat Parti, 1953 yılında bütün Köy Enstitüleri’ni kapattı.
Solculuk bahanesiyle ve büyük toprak sahiplerinin baskısıyla, köyün aydınlanmasının önü kesildi. 17 bin 341 köy öğretmeni yetiştiren ve köylüyü yönetime ortak etmeyi amaçlayan Köy Enstitüleri’nin 13 yıllık koşusu böylece sona erdi.
Köy Enstitülülerin birçoğu mezun olduktan sonra köylerine öğretmen olarak atandı. Ama bazıları bu kadar şanslı değildi. Kimileri yıllarca polis takibinde yaşadı, evleri basıldı, hapse atılıp sürgün edildi. Her şeye rağmen yazdıkları kitaplar, şiirler, öyküler, romanlarla Türkiye’de yepyeni bir köylü aydınlar kuşağının ilk öncüleri oldular. ''
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder