Powered By Blogger

Köy Enstitülülerin anıları...

''Susurluk ilçesinin Reşadiye köyündendi. Sarı benizli, arık bir öğrenciydi. Dışa açık değildi. Kişilerle çabuk arkadaşlık kuramaz, çabuk kaynaşamazdı. Kültür derslerine yoğun bir ilgi duyar ama teneffüslerde bir kenara çekilir, arkadaşları izlerdi. Sanat ve tarım çalışmalarındaki tavırları da hep aykırıydı. Sınıf yoklama defterinde 282 Recep Şen olarak geçiyordu.
Sabah kahvaltılarında yemekhaneye erken gelir, kahvaltıda ne olursa olsun yemez, çeyrek ekmeğini alıp giderdi. Hiç kimseye bir şey demezdi. Ekmeğini alıp yemekhaneden çıkardı. Kahvaltılarda adına çıkan istihkakını neden ve niçin yemez bunu kimse bilmezdi. Onun bu tür garip davranışlarına birçok kişiler dikkat etmez, ne yapıp ne ettiği ile kimse ilgilenmezdi. Bir gün İsmail Özgüç’e: “Recep Şen niye böyle yapıyor? Çeyrek ekmeğini de alıp nereye gidiyor acaba?” dediğimde Özgüç: “Ne bileyim ben belki de kantine gidiyordur” demişti.
Bir gün karar verdim: Onu izleyecek (bir bilinmezi çözmeye çalışacak) ve merakımı giderecektim. Devrisi sabah Recep yine yemekhaneye girdi, masasına geldi. Yine çeyrek ekmeğini alıp yemekhaneden çıktı. O, yemekhanenin kapısından çıkar çıkmaz bende onun gibi yaptım. Çeyrek ekmeğimi alıp ben de çıktım. Uzaktan uzağa onu izliyor, ama izlendiğini anlamasın düşüncesiyle pek fazla da yaklaşamıyordum. Baktım ki dershaneye gidiyor, biraz daha ağırlaştım. Dershaneye girmesini bekledim. Dershaneye girdi. Biraz bekledikten sonra ben de girdim. Baktım ki eğilmiş sıranın gözünde bir şeyler arıyordu… Kulağıma kâğıt hışırtıları geliyordu… Aradığını bulduktan sonra doğruldu. Sınıf kapısına doğru bakınca beni gördü. Sıranın gözünden beyaz bir kâğıt çıkararak önüne açmıştı ki, ben : “Recep ne yapıyorsun orada?”. Deyince, “Şefik gel bak ta ne yaptığımı gör” dedi.
Meğerse Ekmeğini Tuza Bandırıp Yiyormuş
Gittim baktım, sıranın üstünde bir kırmızıbiber ve ince tuz karışımı vardı. Recep ekmeğinden bir yudum koparıyor, biber ve tuz karışımına barındıra bandıra yiyordu. “Şefik, gel sen de ye. Bak ne güzel oluyor. Gel beraber yiyelim” dedi. Bende bu davete katılıp elimdeki çeyrek ekmeği, biber ve tuz karışımına banarak onunla birlikte yedim. Ben ekmeğimden koparıp, tuz bibere bandıkça Recep “Ye sağdıcım ye… Tuz biber hızlı gider.” Diyordu. Ben böylece, Recep’le birkaç sabah tuz biber yiyerek ona arkadaşlık ettim. Ama sonra hoşuma gitmediği için de tuz biber yemekten vazgeçtim. Recep’le kahvaltı arkadaşlığını kestim. Sabah kahvaltılarımı yemekhanedeki masamda masa arkadaşlarımla birlikte sürdürdüm. Amma velâkin Recep’in neden böyle yaptığını, neden böyle davrandığını de bir türlü çözemedim. Bu belki Recep’in evinde edindiği bir beslenme alışkanlığı idi ama ben o davranışının gerçek nedenini bir türlü öğrenemedim.
Recep günden güne zayıflıyordu. Bir gün öğrendim ki Recep hastalanmış ve revire yatırmışlar. Birkaç gün sonra da onu Balıkesir Göğüs Hastanesine nakletmişler. Birkaç ay sonra da Recep geldi. Biraz kendini toparlamış, biraz kendine gelmişti. Hastane dönüşü biz ona ÇÜRÜK adını taktık. Çürük gel, çürük git. Recep’in adı hastane dönüşü Çürük kaldı. Recep bir daha hep böyle anıldı ve böyle tanındı. Recep Şen olarak değil.
Recep çürük mürüktü ama gayretli ve de dayanıklıydı. Enstitüyü bitirip öğretmen oldu. Hem de çok has bir öğretmen… Hizmet yıllarında öğretmenliğinin dışında birçok değişik görevlerde bulundu. Demokratik ve sivil toplum örgütleriyle, meslek örgütlerinde çalıştı. Recep o kısacık yaşamında çok özel ve güzel intibalar ve dost beyinlerde derin izler bıraktı.
O Çürük Recep; meslek yıllarında, okulda sağlam geçinenlerin çoğundan daha sağlam çıktı. Çürük, çok sevecen ve çok candan bir arkadaş ve dosttu…''
BeğenDaha fazla ifade göster
Yorum Yap

Hiç yorum yok: