Powered By Blogger

"Dörtduvar karatahta gevezeliği"

''17 Nisan, işte bu bin yıllık toplumsal "ihmal"in üstüne yüreklice gidişin, sorunu kökünden kavrayışın, büyük bir bozkır uyanışının adıdır. İnsan onurunun ayağa kalkışının, kendine olan güvenin, yurtseverliğin ve bozkırın derinliklerine vurulan binlerce artezyenin adıdır...
Her dersin ayrı bir yeri, ayrı bir dersliği vardı: Müzik derslerimizi "müzikhane"de; sayısız nota sehpaları, piyano, elli kadar mandolin, sekiz keman, bir o kadar akerdeon, gramafon ve taş plaklarla dolu bir sınıfta yapardık. Müzikhane duvarlarını, Türk Beşlileriyle, batının büyük bestekarlarının resimleri süslerdi. Resim derslerini baştan aşağı boya ve renk kokan, ayaklı resim sehpaları, tuvaller, önlüklerle dolu başka bir sınıfta "resimhane"de yapardık.
Sınıflarımız birer kitaplıktı. Herkes istediği kitabı alır okurdu. Okuma salonunda aylık edebiyat dergileri ve günlük gazeteler bulunurdu. Varlık dergisini ilk orada tanıdığımı söylemeliyim. Ay sonları, o ayın en çok kitap okuyan öğrencileri bayrak töreninden önce herkese tanıtılır, armağanlar verilirdi. Kitap yakma, kitap korkusu ve düşmanlığı yoktu. Oturduğumuz tabureleri, duvar panolarını, karatahtaları, okul parkındaki palmiyeden futbol sahasındaki kale direklerine kadar bizler yapardık. Ödev için yaptığımız çerçeveler, resim derslerinde başarılı görülen resimlere yıl sonu sergilerinde çerçevelik ederdi. O tabloları yöremizdeki uygulama okullarına armağan ederdik.
Tarım derslerimizde her sınıfın ayrı bir ağaçlığı, koruluğu vardı. Her öğrenci kendi çukurunu kazar, fidanları diker, okulu bitirinceye kadarda o fidanlardan sorumlu olurdu. (günümüz çevrecilerinin kulakları çınlaşın) Tabiat Bilgisi öğretmenlerimiz bizleri sürekli çevre araştırmasına yöneltirlerdi. Yöremizde ne kadar ağac, bitki, çiçek, ot türü varsa, örnekler alır, defter sayfalarımız arasında kurutur, sonra da altlarına açıklayıcı bilgiler yazardık.
Defterlerimiz küçücük birer botanik bahçesine dönerdi. Yemekhane binası, aynı zamanda toplantı, sinema, tiyatro ve eğlence salonuydu da. Hafta sonları her sınıfın zorunlu olarak hazırladığı piyesleri, halk oyunlarını, koroları izlerdik. Böylece her öğrencinin yeteneği ortaya çıkardı. Ayrıca her sabah, bütün öğrenci ve öğretmenlerimizin katılımıyla top sahasında, davul, zurna, mandolin ve akordeon eşliğinde coşkuyla halk oyunlarımızı oynardık.
'68 lerde Amerika üniversitelerinde başlayarak Avrupa'nın başkentlerine yayılan öğrenci hareketlerinin temel istemi "okul yönetimine katılmak"tı. Bu istek yıllar önce bizim Köy Enstitülerinde vardı. Büyük sınıflardan başlayarak, her hafta bir sınıf derslere girmez, okul yönetimine katılırlar her şeyden sorumlu olurlardı. Hafta sonları yemekhanede yönetime katılan sınıfların özeleştirisi yapılır, herkes düşüncelerini çekinmeden söyler, sorular sorar, böylece öğrencilerin demokrasi ve tartışma yetenekleri geliştirilirdi.
Köy Enstitüleri, İkinci Dünya Savaşının getirdiği ağır koşullara karsın, her türlü kültürel baskıdan, gerilikten kurtulabilmemiz için, başvurulacak asıl yolun, yabancılara avuç açmaktan değil, kendi halkımızın öz kaynaklarına, gücüne güvenmekten geçişinin adıdır;
Halkımızda öteden beri varolan yaratıcılığın, çalışkanlığın, imece ve dayanışmaya olan yatkınlığının kanıtıdır;
Eğitim ve öğretim girişimini köy düzeyine indirerek, yoksul köy çocuklarına tanınan ilk fırsat eşitliğinin, yerel köylü önderlerinin yetiştirilmesinin; köy, orman, su, toprak, tarım, tarih gibi çevre araştırmasının, zengin folklor değerlerimize el atılışının adıdır;
Öğretmeni ve öğrenciyi, "dörtduvar karatahta gevezeliği"nden çıkararak, gerçek yaşama geçiren, çevreyi okul ve sınıf yapan, meyveyi, çiçeği ağacında tanıyan, elişi kağıtlarıyla cansız, kokusuz çiçek yapan değil, çiçeği bahçede yetiştiren, yoksul köy çocuklarına kişilik verme, ülke gerçekleri karşısında uyanma, soru sorma, yüreklice sesini çıkarabilme savaşının adıdır Köy Enstitüleri...'' Osman Şahin

Hiç yorum yok: