''Köy Enstitüleri hiç yoktan var olmanın ve ulusal imecenin en güzel örnekleridir. Yine Hüsnü Cila anlatıyor:
"Enstitü kuruluş noktasında sıkışıp kalmamalı, büyüyüp gelişmeli ve daha çok köy çocuğuna kucak açmalıydı. Bu nedenle kuruluş çalışmaları İlk Kısım’dan Çakmak’a sıçramış, büyümesini oraya taşımıştı. Çakmak’ta yeni yeni temeller atılıyor, yeni yeni yapılar kuruluyordu.
Çakmak alanına 4–5 km mesafede Çomaklı adında küçük bir çiftliğimiz vardı. Burada tuğla ocakları kurmuştuk. Tuğla kesiyor, ocaklarda pişiriyor, yapılarda kullanıyorduk.
Yapılarda kullandığımız kireci de kendimiz yakıyor, kendimiz söndürüp süzüyorduk. Yani Enstitüde her şey öğrencilerin emeği ile oluşuyordu. Çomaklı'da kesip pişirdiğimiz tuğlaları, Çakmak’a okulun tek nakil aracı olan bir manda arabasıyla taşıyorduk Başka bir nakil aracımız ve başka bir nakliye olanağımız yoktu. Bir tek manda arabasıyla taşınan tuğlalar duvarcı öğrencilerin ellerinde eriyip bitiveriyordu. Tuğlalar bitince de iş duruyor, iş yürümüyor, yapı grupları işsiz kalıyorlardı. Bu duruma hepimiz üzülüyorduk.
Bir gün bir grup arkadaşla müdüre çıkmayı, müdüre özel biri öneri sunmayı planladık. Grubun lideri bendim. Planımız şöyleydi.: müdürümüze birlikte çıkacak,önerimizi açıklayacaktık. Önerimizi ben açıklayacaktım. Müdürümüz merhum Sıtkı Akkay’ın İlk Kısım’daki makamına gittik. Kapıyı tıklatıp bekledik. İçerden gel sesini duyunca da kapı kolunu basıp içeri girdik Müdürümüz çok meşguldü. Başını kaldırıp da yüzümüze bile bakmadı. Bakamadı.
Müdürümüz başını kaldırıp yüzümüze bakmasa da ben hemen konuşmaya başladım. “Sayın Müdürüm. İnşaatta duvarcı arkadaşlara tuğla yetmiyor, yetişmiyor. Çomaklı'da yeterinde çok pişmiş tuğla var. Ama Çakmak’a taşınamıyor. Emir verip de okulun manda arabasını bizlere verdirtirseniz biz tuğlaları bu arkadaşlarla geceden taşıyıp yığacak, işi durdurmayacağız. İşin üremesini sağlayacağız.” dedim. Müdürümüz, başını masasındaki evraklardan bir an bile kaldırmadan “Olmaz Hüsnü… Olmaz.” dedi. Başını kaldırıp yüzümüze bakmamıştı ama beni sesimden tanımıştı. Önerimize karşı çıktı.
“Niye olmasın Sayın müdürüm.” dedim gayri ihtiyari. İşte o zaman başını masasındaki evraktan kaldırdı ve gözlerimizin içine bakarak “Evlatlarım.. Sizler bütün gece tuğla taşıyacak, ertesi gün de inşaatta çalışacaksınız… Hastalanırsınız evlatlarım… Hastalanırsınız. Bu derece ağır bir çalışma temposuna dayanamazsınız. Bize sizlerin sağlığı lazım. Sağlığınız bizim için her şeyden önemlidir. Ama bizler, gece tuğla taşıyacak, ertesi gün de istirahat edeceğiz derseniz, önerinizi kabul edeceğim. Bana söz veriyor musunuz?” dedi. Bizler hep bir ağızdan “Söz veriyoruz Söz.” dedik.
Müdürümüz emir vermiş ki manda arabasını bize verdiler. Bizler de tuğlaları geceden taşıdık. Böylece iş üremeye, binalar da daha çabuk bitirilmeye başlandı."
İşte o enstitüler, işte o eserler böyle kayıran ve koruyan liderler ve böyle özverili öğrencilerle yaratıldılar. Hiç emek harcamayan, hiç güzel şeyler düşünmeyen ve üretmeyen vatan hainleri tarafından da acımasızca yıkıldılar.
Enstitüleri yıkanları gelecek kuşaklar bir gün kesinlikle yargılayacaklardır. Bundan hiçbir aydın ve hiçbir halkçı kimsenin kuşkusu olmasın.''
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder