Kurban Bayramı tam kışın ortasına rastlıyordu. O günler bir soğuktu, bir soğuktu... Kar, fırtına, tipi... Eskişehir ovalarında papaz harmanı savruluyordu. Göz gözü görmüyordu dışarılarda. Sular donmuştu hep. Seydi suyu iri iri buz parçaları akıtıyordu. Santral kapağı kapandığından, elektriklerimiz kaç gündür yanmıyordu. Akşam seminerlerinde kitap okuyamıyorduk, ders çalışamıyorduk. Lambalar ikide bir usulca sönüveriyordu. Dersliklerde pelerinlerimizle oturuyorduk da gene de ısınamıyorduk. Musluklarımızdan su akmıyordu. Ellerimizi, yüzlerimizi yıkamak için dere kıyısına gidiyorduk. İçme suyumuz yoktu. Üç gün bayram izni vardı, ama bu soğukta nereye gidecektik? Köyü yakın olanlar gitti ancak.
Bayram sabahı kampana çaldı. Dışarıda toplanılacak, dediler. Başımızı gözümüzü sararak, büzülerek çıktık. Müdürümüz Rauf İnan merdivende bizi bekliyordu. Üstünde palto bile yoktu. Ellerini arkasına bağlamıştı. Boz urbaları içinde, yağız çehresi ile bir heykel gibiydi. Yere atlayacaktı sanki. Savrulan karlardan gözlerini kırpıştırıyordu. O halini görünce usulca pelerinimizin yakalarını indirdik. Ellerimizi ceplerimizden çıkardık.
"Arkadaşlar!" diye başladı. Bir canlıydı sesi, bir heybetliydi. Önce yılgınlık psikolojisinin zararlarını anlattı. Korkan insanın kesinlikle yenileceğini ve korktuğuna uğrayacağını söyledi. "Bu hava soğuk evet, fakat siz isterseniz üşümezsiniz" dedi. Olduğumuz yerde birkaç kez sıçramamızı ve kuvvetli kuvvetli tepinmemizi istedi. Dediğini yaptık. Birden ısınmıştık sanki. Hoşumuza gitmişti.
"Bugün bayram" dedi."Şimdi birbirimizi tebrik edeceğiz. Sonra yapacağımız iki iş var; ya içeri gidip tekrar sıralara büzülmek, mıymıntı mıymıntı oturmak, bu üç günü böyle yararsız hatta zararlı geçirmek, can sıkıntısından patlamak. Boşuna içlenmek. Üstelik üşümek. Yahut da kazmayı küreği alıp yurdunu düşmandan kurtarmaya koşan bir asker coşkusu ile santral kanalını temizlemeye gitmek. Emin olun gidenler kalanlar kadar üşümeyecektir. Çünkü inanarak çalışan insan ne soğukta üşür ne sıcakta yanar. O yücelten, dirilten, kuvvetli kılan bir heyecan içinde her türlü güçlüğün üstüne çıkmıştır. Onu hiçbir karşı kuvvet yolundan alıkoyamaz. Yeter ki bir insan yaptığı işin gereğine inansın. Bakın size bu savaşta geçen bir olayı anlatayım. Görün inanmış insanın gücü neymiş... Biliyorsunuz Alman birlikleri Norveç'i istila ettiler. Fakat Almanlar hiçbir yerde Norveç'teki kadar kuvveti bir tepki görmediler. Çünkü Norveçliler yurtlarını seven insanlar. Hürriyetleri uğruna canlarını esirgemezler."
Ve sıfırın altında 40 derece soğukta iki Norveçli askerin akıl almaz kahramanlığını anlattı.
"Onlara bunu yaptıran güç yurtseverlikti, aldıkları göreve bağlılıktı. Bir memleket işte böyle insanlar sayesinde kurtulur ve böyle insanların omzunda yükselir" diye bitirdi. "Ben şimdi kazmamı küreğimi alıp kanala gidiyorum. Çünkü kanal açılınca elektriklerimiz yanacak. Elektriklerimiz yanınca okulun işleri yoluna girecek. Kitap okuyabileceksiniz, ders çalışabileceksiniz. Sularımız akacak, yıkanabileceksiniz. Size şunu söylüyorum, bizim asıl bayramımız yurdumuzu bu gerilikten, bu karanlıktan kurtardığımız gün başlayacaktır. Şimdi bize düşen milletçe çalışmak, çok çalışmaktır. Parolamız şu olmalıdır: 'Bayramlarda çalışırız, bayramlar için!' Ben gidiyorum. Gelmek isteyenler gelsin."
Heyecanlanmıştık. Üşümemiz geçmişti.
"Hepimiz geleceğiz" diye bağrıştık.
"Bayramlarda çalışırız, bayramlar için!"
"Bayramlarda çalışırız, bayramlar için!..."
Altı yüz kişi böyle bağırdık.
Sonra da kazma kürekleri koyduğumuz işliğe doğru bir koşuşturmadır başladı. İnsanların böyle canlanması, bir amaca doğru saldırması, belki sadece savaşlarda görülür.
Santral havuzundan başlayarak onar metre arayla su kanalına dizildik. Çıplak Hamidiye Ovası ayaz. Kırkkız Dağ'ından doğru zehir gibi bir rüzgar esiyor. Pelerinlerimizin etekleri uçuşuyor. Kazmayı vurdukça yüzlerimize buz parçaları fırlıyor. Bazı yerlerde kar her yeri doldurmuş, kanal dümdüz olmuş. Nereyi kazacağımız belli bile değil. Müdürümüz, öğretmenlerimiz başımızda dört dönüyorlar. Bir o yana koşuyorlar, bir bu yana. Öyle çalışıyoruz ki boyunlarımızdan buğu çıkıyor. Bazen adam boyunda buz parçalarını elleşip çıkarıyoruz kıyıya. Kimisi bağırıyor, kimisi kazmalara tempo tutuyor. Bir gürültü gidiyor kanal boyunca. Yeşilyurt köylüleri evlerinin önüne çıkmış, bize bakıyorlar. Böyle çalışmamıza alışkınlar, ama bayram günü bu soğukta nasıl donmadığımıza şaşırıyorlar. Yeşilyurtlu arkadaşımız Azmi - köyü yakın olduğu için izinli ya- bize evlerden bazlama ekmek taşıyor. Köylü ekmeğini özlemişiz, aramızda kapışıyoruz.
Yukarılardan, aşağılardan ikide bir sesler yükseliyor:
"Bayramlarda çalışırız, bayramlar için!"
Arkasından marşımız:
"Sürer eker biçeriz güvenip ötesine
Milletin her kazancı milletin kesesine
Toplandık baş çiftçinin Atatürk'ün sesine
Toprakla savaş için ziraat cephesine
Biz ulusal varlığın temeliyiz, köküyüz
Biz yurdun öz sahibi, efendisi, köylüyüz."
Koca ova çınlıyor. Ta uzaktan Hamidiye'nin, Mesudiye'nin köpekleri ürüyorlar. Bu kış günü böyle seslere anlam veremiyorlar herhalde. Ayaz ovanın sessizliği yırtılıyor.
O gün kanalın yarı yerini açtık. Bir buçuk metre derinliğinde, uzun, derin bir çukur karları yara yara gitti. Ertesi gün ta bende kadar tamamladık. Sonra merasimle suyu aldık. Nazlı bir gelin getirir gibi önünden ardından yürüyerek türküler, marşlar söyleyerek getirdik ve geç zamandı, santral havuzuna döktük. Sonra bir baktık, okulumuzun balkonuna çakılı "ÇKE" (Çifteler Köy Enstitüsü) yandı. O zamanki sevincimizi nasıl anlatmalı? Üşümüş ellerimiz alkıştan ısındı. "Yaşa, var ol!" seslerimiz ufukları kapattı. Dünyanın en içten gelen, en içten bayramı oldu belki. Hiç unutmam bir arkadaşımız kendi ellerini öpüyordu. "Aferin ulan eller!" diyordu, "bu elektriğin yanmasında senin de payın var, yaşasın." Sevinçten gözlerimiz yaşarmıştı.
Müdürümüz bir tümseğe çıktı. Birkaç kelimeyle başarımızı kutladı. Her nokta koyuşta "sağ ool!" diye bağırıyorduk "Şimdi" dedi, "depomuza su dolacak; banyoyu yakacağız. Yıkanın ve çalışıp başarmış insanların huzuru içinde uyuyun. İşte gördünüz, inanarak çalışan yapar! Amacına ulaşır! Bu heyecanla çalışmaya devam edersek, biz Türkiye'yi de yükseltebiliriz.!"
"Yükselteceğiz" diye bağırdık!.
"Bayramlarda çalışırız bayramlar için!"
"Bayramlarda çalışırız bayramlar için!" İ
çeri girdik, musluklardan şakır şakır sular akıyordu. Birbirimizi tebrik ediyorduk.
Unutulmaz bir bayramdı.
Bayram sabahı kampana çaldı. Dışarıda toplanılacak, dediler. Başımızı gözümüzü sararak, büzülerek çıktık. Müdürümüz Rauf İnan merdivende bizi bekliyordu. Üstünde palto bile yoktu. Ellerini arkasına bağlamıştı. Boz urbaları içinde, yağız çehresi ile bir heykel gibiydi. Yere atlayacaktı sanki. Savrulan karlardan gözlerini kırpıştırıyordu. O halini görünce usulca pelerinimizin yakalarını indirdik. Ellerimizi ceplerimizden çıkardık.
"Arkadaşlar!" diye başladı. Bir canlıydı sesi, bir heybetliydi. Önce yılgınlık psikolojisinin zararlarını anlattı. Korkan insanın kesinlikle yenileceğini ve korktuğuna uğrayacağını söyledi. "Bu hava soğuk evet, fakat siz isterseniz üşümezsiniz" dedi. Olduğumuz yerde birkaç kez sıçramamızı ve kuvvetli kuvvetli tepinmemizi istedi. Dediğini yaptık. Birden ısınmıştık sanki. Hoşumuza gitmişti.
"Bugün bayram" dedi."Şimdi birbirimizi tebrik edeceğiz. Sonra yapacağımız iki iş var; ya içeri gidip tekrar sıralara büzülmek, mıymıntı mıymıntı oturmak, bu üç günü böyle yararsız hatta zararlı geçirmek, can sıkıntısından patlamak. Boşuna içlenmek. Üstelik üşümek. Yahut da kazmayı küreği alıp yurdunu düşmandan kurtarmaya koşan bir asker coşkusu ile santral kanalını temizlemeye gitmek. Emin olun gidenler kalanlar kadar üşümeyecektir. Çünkü inanarak çalışan insan ne soğukta üşür ne sıcakta yanar. O yücelten, dirilten, kuvvetli kılan bir heyecan içinde her türlü güçlüğün üstüne çıkmıştır. Onu hiçbir karşı kuvvet yolundan alıkoyamaz. Yeter ki bir insan yaptığı işin gereğine inansın. Bakın size bu savaşta geçen bir olayı anlatayım. Görün inanmış insanın gücü neymiş... Biliyorsunuz Alman birlikleri Norveç'i istila ettiler. Fakat Almanlar hiçbir yerde Norveç'teki kadar kuvveti bir tepki görmediler. Çünkü Norveçliler yurtlarını seven insanlar. Hürriyetleri uğruna canlarını esirgemezler."
Ve sıfırın altında 40 derece soğukta iki Norveçli askerin akıl almaz kahramanlığını anlattı.
"Onlara bunu yaptıran güç yurtseverlikti, aldıkları göreve bağlılıktı. Bir memleket işte böyle insanlar sayesinde kurtulur ve böyle insanların omzunda yükselir" diye bitirdi. "Ben şimdi kazmamı küreğimi alıp kanala gidiyorum. Çünkü kanal açılınca elektriklerimiz yanacak. Elektriklerimiz yanınca okulun işleri yoluna girecek. Kitap okuyabileceksiniz, ders çalışabileceksiniz. Sularımız akacak, yıkanabileceksiniz. Size şunu söylüyorum, bizim asıl bayramımız yurdumuzu bu gerilikten, bu karanlıktan kurtardığımız gün başlayacaktır. Şimdi bize düşen milletçe çalışmak, çok çalışmaktır. Parolamız şu olmalıdır: 'Bayramlarda çalışırız, bayramlar için!' Ben gidiyorum. Gelmek isteyenler gelsin."
Heyecanlanmıştık. Üşümemiz geçmişti.
"Hepimiz geleceğiz" diye bağrıştık.
"Bayramlarda çalışırız, bayramlar için!"
"Bayramlarda çalışırız, bayramlar için!..."
Altı yüz kişi böyle bağırdık.
Sonra da kazma kürekleri koyduğumuz işliğe doğru bir koşuşturmadır başladı. İnsanların böyle canlanması, bir amaca doğru saldırması, belki sadece savaşlarda görülür.
Santral havuzundan başlayarak onar metre arayla su kanalına dizildik. Çıplak Hamidiye Ovası ayaz. Kırkkız Dağ'ından doğru zehir gibi bir rüzgar esiyor. Pelerinlerimizin etekleri uçuşuyor. Kazmayı vurdukça yüzlerimize buz parçaları fırlıyor. Bazı yerlerde kar her yeri doldurmuş, kanal dümdüz olmuş. Nereyi kazacağımız belli bile değil. Müdürümüz, öğretmenlerimiz başımızda dört dönüyorlar. Bir o yana koşuyorlar, bir bu yana. Öyle çalışıyoruz ki boyunlarımızdan buğu çıkıyor. Bazen adam boyunda buz parçalarını elleşip çıkarıyoruz kıyıya. Kimisi bağırıyor, kimisi kazmalara tempo tutuyor. Bir gürültü gidiyor kanal boyunca. Yeşilyurt köylüleri evlerinin önüne çıkmış, bize bakıyorlar. Böyle çalışmamıza alışkınlar, ama bayram günü bu soğukta nasıl donmadığımıza şaşırıyorlar. Yeşilyurtlu arkadaşımız Azmi - köyü yakın olduğu için izinli ya- bize evlerden bazlama ekmek taşıyor. Köylü ekmeğini özlemişiz, aramızda kapışıyoruz.
Yukarılardan, aşağılardan ikide bir sesler yükseliyor:
"Bayramlarda çalışırız, bayramlar için!"
Arkasından marşımız:
"Sürer eker biçeriz güvenip ötesine
Milletin her kazancı milletin kesesine
Toplandık baş çiftçinin Atatürk'ün sesine
Toprakla savaş için ziraat cephesine
Biz ulusal varlığın temeliyiz, köküyüz
Biz yurdun öz sahibi, efendisi, köylüyüz."
Koca ova çınlıyor. Ta uzaktan Hamidiye'nin, Mesudiye'nin köpekleri ürüyorlar. Bu kış günü böyle seslere anlam veremiyorlar herhalde. Ayaz ovanın sessizliği yırtılıyor.
O gün kanalın yarı yerini açtık. Bir buçuk metre derinliğinde, uzun, derin bir çukur karları yara yara gitti. Ertesi gün ta bende kadar tamamladık. Sonra merasimle suyu aldık. Nazlı bir gelin getirir gibi önünden ardından yürüyerek türküler, marşlar söyleyerek getirdik ve geç zamandı, santral havuzuna döktük. Sonra bir baktık, okulumuzun balkonuna çakılı "ÇKE" (Çifteler Köy Enstitüsü) yandı. O zamanki sevincimizi nasıl anlatmalı? Üşümüş ellerimiz alkıştan ısındı. "Yaşa, var ol!" seslerimiz ufukları kapattı. Dünyanın en içten gelen, en içten bayramı oldu belki. Hiç unutmam bir arkadaşımız kendi ellerini öpüyordu. "Aferin ulan eller!" diyordu, "bu elektriğin yanmasında senin de payın var, yaşasın." Sevinçten gözlerimiz yaşarmıştı.
Müdürümüz bir tümseğe çıktı. Birkaç kelimeyle başarımızı kutladı. Her nokta koyuşta "sağ ool!" diye bağırıyorduk "Şimdi" dedi, "depomuza su dolacak; banyoyu yakacağız. Yıkanın ve çalışıp başarmış insanların huzuru içinde uyuyun. İşte gördünüz, inanarak çalışan yapar! Amacına ulaşır! Bu heyecanla çalışmaya devam edersek, biz Türkiye'yi de yükseltebiliriz.!"
"Yükselteceğiz" diye bağırdık!.
"Bayramlarda çalışırız bayramlar için!"
"Bayramlarda çalışırız bayramlar için!" İ
çeri girdik, musluklardan şakır şakır sular akıyordu. Birbirimizi tebrik ediyorduk.
Unutulmaz bir bayramdı.
Talip APAYDIN
.
Fotoğraf:
.
Fotoğraf:
Savaştepe Köy Enstitüsü -1948